aşk'a gel?!

Futbol oynarken defalarca elini, kolunu kırmış ama yinede futboldan vazgeçmemiş bir çocuğun arsızlığıyla "keşke yine aşık olabilsem." dedim kendi kendime. Ama neden? Ama niçin? Bir insan acı şeyler yaşayabileceğini bildiği halde, neden böyle bir şey isterdi ki?

Her insanın aşık olduğu bir şeyler olmalıydı hayatında. Bu belki bir çicek, belki bir böcek, belki bir hayvan, belki bir elektronik cihaz, belki de yaptığı iş.. Mesela ben yazılım ile uğraşan biriydim ve gerçekten işime aşkla bakıyordum. Ama konuya giriş yaptığım cümledeki bahsi geçen aşk, elbette böyle bir şey değildi. Tam olarak bir erkeğin kadına veya bir kadının erkeğe duyduğu aşktan bahsediyordum.

Aşk kimine göre acı, kimine göre tatlı, kimine göre ise bir aptallık haliydi. Bana göre ise hepsi. Aslında aşkın belli bir tanımı olmaması veya herkese göre farklılıklar göstermesi, aşkın ne kadar büyük ve kutsal bir duygu olduğunun göstergesiydi. Ama biz insanlar, bunu anlamamak için elimizden geleni yapıyorduk. Ama neden? Ama niçin? Aşkın yan etkilerinden olan aptallık mıydı bu? Yoksa düpedüz kendimizde bulunan bir gerizekalılık hali mi? Bence ikincisi cuk oturmuştu ama, hiç bir insan bu durumu kendine yakıştırmadığından farklı çıkış yolları arıyordu. Oysa istenilen şey çok basitti. Biraz olsun sevilmek, çokça sevmek. Yine yanlış bir düşünce içerisinde olduğumu fark etmiştim. Çünkü birbirini seven iki insandan daha çok seven, karşısındakini kaybetmeye mahkumdu. Bu genelde hep böyleydi. Aslında o ne halta yaradığı bilinmeyen gözlük veya üzerine harika oturmuş ego isimli kıyafet çıkartılıp bakıldığında kaybedenin daha az seven taraf olduğu görülebilirdi. Elbette bunu kimse görmeye çalışmıyordu. Ama gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu da vardı. Bir gece, belki de bir sabah ansızın bu gerçekler insanın yüzüne vuracaktı.

Aşk gerçekten aranıp bulunabilecek bir şey miydi? Yoksa hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkan hoş bir tesadüf mü? Mesela en yakın arkadaşına karşı bir şeyler hissetmeye başlayan genç bir kızın yaşadığını duygunun adı aşk değil miydi? Yada okul veya dershane merdivenlerinden yukarı doğru çıkarken çarpışıp, elindeki kitapları düşürüp kitapları toplamak için eğildiğinde o büyülü gözlere denk gelmek miydi aşk? Kimin ne duyguları ne şekilde yaşadığını kim bilebilirdi? "Seni çok seviyorum" diyen, kendini pıçaklayan, kendini dağdan taşa atan adamların yaşadığı duygular aşk mıydı mesela? Aşksa neye göreydi bu? Kime göreydi?

Bir tarafta kendi canını bile hiçe sayabilecek, her fırsatta onu sevdiğini dile getirebilecek kadar aşık olduğunu iddia edenler vardı, diğer tarafta ise belki onu hiç görmeden, belkide uzaktan uzaktan görerek ve tek bir kelime etmeden ona deliler gibi aşık olduğunu iddia edenler vardı. Hangisine inanmalıydık? El ele, göz göze gezen sevgililer, aşıklar, birbirine kavuşamamış kişilerden daha mı çok seviyordu birbirlerini? Ne çok soru var değil mi? Bu bile bir soruydu, cevabı herkese göre değişebilecek..

Bir çok hikaye vardı aşk adı altında. Kimi mutlu biten, kimi mutsuz. Öyle yada böyle insanı hayata bağlayan en temel şeylerden biriydi aşk. "Varlığı bir dert, yokluğu yara" cümlesinin başına hep "para, para, para" 'yı koymuştuk ama, aslında durum hiç de öyle değildi. İnsan hayatının hiç bir anını boş geçirmemeliydi. Sevgi üstüne, aşk üstüne ne varsa bir imzada kendi atmalıydı altına. Adını işlemeliydi büyük bir gururla. Neden bu duygudan mahrum kalsındı ki? Dünyada aşk üstüne koyabileceğimiz hangi duygu vardı başka?

Ne mutluydu aşkı yaşayana, yaşatana. Ne mutluydu içerisinde bu duyguyu taşıyana.. Hayat sevince güzeldi. Günler sevince tatlıydı. Bir kuşu, kelebeği, bir taşı sevmek bile yeterliydi insana. Bu yıllar öncesinde bir şarkı sözü olarak bile yazılıp, ağızdan ağıza dolaşmıştı. Ama kimse hiç bir şey anlamamıştı. Ve ne yazık ki, biz hala o kimselerdik..